11 Temmuz 2009 Cumartesi

Kitap - Irvin D. Yalom - Aşkın Celladı

“Şöyle bir düşünün: birbirlerini tanımayan üç dörtyüz kişiye çift çift ayrılmaları ve eşlerine şu tek bir soruyu tekrar tekrar sormaları söyleniyor: ‘Ne istiyorsun?’

Daha basit bir şey olabilir mi? Masum bir soru ve onun yanıtı. Oysa ben, bu grup araştırmasının beklenmedik güçte duygular uyandırdığına defalarca tanık olmuşumdur. Çoğu kez bir kaç dakika içinde oda yoğun bir heyecanla sarsılır. Erkekler ve kadınlar – hem de hiç çaresiz ve yoksul olmayan, başarılı, sağlıklı, iyi giyimli, yürürken ışıltılar saçan insanlar – ta derinlerinde çalkantılar yaşarlar. ‘Seni tekrar görmek istiyorum.’ ‘Sevgini istiyorum.’ ‘Benimle gurur duyduğunu bilmek istiyorum.’ ‘Seni sevdiğimi ve bunu sana hiç söyleyemediğim için ne kadar pişman olduğumu bilmeni istiyorum’...
....
Ne çok istek. Ne çok özlem. Ve ne çok acı, yüzeye ne kadar yakın, yalnızca bir kaç dakika derinde. Yazgı acısı. Varoluş acısı. Hep orada olan, yaşam zarının hemen altında sürekli uğulduyan acı. Ulaşılması böylesine kolay olan acı.
....
Ne zaman ki bu ulaşılmaz istekler tüm yaşamımıza egemen olur, o zaman yardım almak için aileye, dostlara, dine – bazen de psikoterapistlere – yöneliriz.”
Irvin D. Yalom – Aşkın Celladı – Sayfa 11


“Psikoterapi açısında özellikle önem taşıyan dört değiştirilemez gerçek görüyorum: her birimiz ve sevdiklerimiz için ölümün kaçınılmazlığı; yaşamımızı kendi irademizle biçimlendirme özgürlüğümüz; nihai yalnızlığımız; ve son olarak, yaşamın belirgin bir anlamdan yoksun oluşu. Bu veriler ne kadar acımasız da görünse, aynı zamanda aklın ve kurtuluşun tohumlarını taşırlar. Bu on psikoterapi öyküsünde, varoluşun gerçekleriyle yüzleşmenin ve bu gerçeklerin gücünü kişisel değişim ve büyümenin hizmetinde kullanmanın mümkün olduğunu göstermeyi umuyorum.”
Irvin D. Yalom – Aşkın Celladı – Sayfa 12

“Aşık olan hastalarla çalışmaktan hoşlanmam. Bu belki kıskançlıktandır; çünkü ben de aşkın büyüsüne kapılmayı çok isterim. Belki de aşk ve psikoterapi temelde uyuşmadığından. İyi bir terapist karanlıkla savaşır ve aydınlanmayı arar, oysa romantik aşk gizemle beslenir ve incelendiğinde ufalanıp dağılır. Aşın celladı olmaktan nefret ederim.”
Irvin D. Yalom – Aşkın Celladı – Sayfa 23

“Burada bereketli malzeme olduğunu biliyordum. Thelma’nın yaşlanma ve ölüm korkusunun saplantısını körüklediğini kuvvetle hissediyordum. Aşkın içinde yitip gitmek ve onun tarafından yok edilmek istemesinin nedenlerinden biri de ölüm tarafından yok edilmeyle yüzleşmenin dehşetinden kaçıp kurtulmaktı. Nietszche, ‘Ölülerin son ödülü, bir daha ölmemektir,’ demişti.”
Irvin D. Yalom – Aşkın Celladı – Sayfa 51

“Ama hiç kimseye, bana ölmeden az önce sunduğu armağandan daha büyük bir armağan vermedi; bur armağan, ölüme mahkum hastalar için ‘iddialı’ terapi çabalarının mantıklı ya da uygun olup olmadığı sorusunu sonsuza dek yanıtlayan bir armağandı. Onu hastanede görmeye gittiğimde artık kımıldayamayacak kadar güçsüzdü, ama başını kaldırdı, elimi kavrayıp sıktı ve ‘Teşekkür ederim,’ diye fısıldadı. ‘Hayatımı kurtardığınız için teşekkür ederim.’”
Irvin D. Yalom – Aşkın Celladı – Sayfa 102


“Artık kendimi Betty’nin yanında tamamen ‘varolmaya’ hasretmiş olarak, onun hiçbir sorusundan kaçınmamaya çalışıyordum. Ona ölümle uzlaşmada kendi çektiğim güçlükleri anlattım; ölüm gerçeği değiştirilmese de insanın ona karşı tavrının büyük ölçüde etkilenebileceğini söyledim. Gerek kişisel, gerekse mesleki deneyimlerin sonucunda, ölüm korkusunun daima yaşamlarının dolu dolu yaşamamış olduklarını hissedenlerde en fazla olduğu inancına varmış bulunuyordum. İşte iyi işleyen bir formül: yaşanmamış yaşam ya da gerçekleştirilmemiş potansiyel ne kadar fazlaysa kişinini ölüm kaygısı da o kadar büyük olur.”
Irvin D. Yalom – Aşkın Celladı – Sayfa 130

“Bir başka zorlayıcı sınır deneyimi de bizim için önemli birinin – sevilen bir eşin ya da arkadaşın – ölümüdür, bu da bizim kendi yaralanmazlığımıza ilişkin yanılsamamızı darmadağan eder. Çoğu insan için katlanılacak en büyük kayıp bir evladın ölümüdür. O zaman yaşam bütün cephelerden saldırıya geçmiş gibi olur: ana babalar harekete geçme konusundaki yetersizlikleri nedeniyle suçluluk ve korku duyarlar; sağlık personelinin güçsüzlüğüne ve gözle görülür duyarsızlığına öfkelenirler; Tanrının ya da evrenin adaletsizliğine verip veriştirirler (birçoğu adaletsizlik gibi görünenin gerçekte evrensel kayıtsızlık olduğunu er geç anlarlar). Çocuklarını kaybeden anne ve babalar aynı zamanda, kıyaslama yoluyla, kendi ölümleriyle de yüzyüze kalırlar: savunmasız bir çocuğu korumaktan aciz kalmışlardır ve günle gecenin birbirini izleyişi gibi, sıraları geldiğinde kendilerinin de korunmayacağını yolundaki acı gerçeği anlarlar. ‘O halde’ John Donne’nin yazdığı gibi, ‘çanların kimin için çaldığını öğrenmeye çalışma hiç; onlar senin için çalıyor.’”
Irvin D. Yalom – Aşkın Celladı – Sayfa 161

“Büyük sanatçılar imgeyi doğrudan imayla, mecazla, okurda benzer bir imge uyandırmaya yönelik bir dil ustalıklarıyla aktarmaya çalışırlar. Ama sonunda onlar da yaptıkları iş için kullandıkları araçların yetersizliğini fark ederler. Flaubert’in Madame Bovary’deki yakınmasını dinleyin:
‘Gerçek şu ki ruhun doluluğu bazen dilin mutlak yavanlığı halinde taşabilir, çünkü hiçbirimiz ihtiyaçlarımızın ya da düşüncelerimizin ya da kederlerimizin tam ölçüsünü hiçbir zaman ifade edemeyiz ve insan konuşması, biz yıldızları eritecek bir müzik yapmayı özlerken, ayıların dansetmesi için üzerinde kaba vuruşlarla tempo tuttuğumuz çatlak bir dümbeleğe benzer.’”
Irvin D. Yalom – Aşkın Celladı – Sayfa 206