1 Mayıs 2009 Cuma

Kitap - Dostoyevski - Budala

“Prens son derece yalın konuşuyordu. Fakat bu yalınlık durumun tuhaflığını artırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Deneyimli uşak, hizmetkarlar arasında geçebilecek böyle bir konuşmanın bir uşakla konuk arasında hiç uygun düşmeyeceğini anlamakla gecikmemişti. Uşaklar efendilerinin sandığından daha zeki olduklarından, ortada iki şık görünüyordu: Prens, ya yardım dilenmeye gelen ipsiz-sapsız biriydi, yada hiçbir hırsı olmayan bir budala. Çünkü aklı başında, kendini bilen bir prens, holde bir uşağı karşısına alıp böyle işlerden söz etmezdi. Her iki durumda da onun yüzünden kendisine söz gelmeyecekti.”
Dostoyevski – Budala – Sayfa 31


“Bakın, siz de bunu farkettiniz! diye heyecanla atıldı prens. Herkes aynı şeyi düşünüyor. Zaten giyotin makinası bunun için icat edilmiş. O zamanlar bunun daha kötü bir şey olduğunu sanırdım. Ama insanda biraz hayal gücü varsa şöyle düşünmekten kendini alamıyor: İşkence sırasında çekilen ıstırap, açılan yaralar, insana duyacağı ruhsal ıstırabı unutturuyor. Yani ölünceye kadar yaralarının ağrısıyla kıvranır insan. Ama aslında acıların en büyüğü, en şiddetlisi bu değildir. Asıl acı, bir saat, on dakika, yarım dakika sonra hemen o an ruhunun bedeninden kesinlikle ayrılacağını, insan olmaktan çıkacağını bilmendedir. En önemlisi de bunun muhakkak olacağıdır. Başını altına koyduğun bıçağın kayarak indiğini işittiğin an, işte, saniyenin dörte bir kadar olan bu süredir en korkuncu! Bunları benim uydurduğumu sanmayın, böyle düşünen pek çok kimse vardır. Buna kendim de inandığım için düşüncemi apaçık söylemekten çekinmiyorum. Bana kalırsa, birini öldürdüğü için adam öldürmek suçun kendisinden kat kat ağırdır. Bir karara uyarak adam öldürmek ise haydutça adam kesmekten daha korkunçtur. Geceleyin haydutların eline düşüp öldürülen kimse son ana kadar kurtulacağı umuduyla yaşar. Boğazı kesildiği halde kurtulmak için kaçan ya da yalvaran nice insana rastlanmıştır. Ama bizde ölümü çok daha kolaylaştıran bu son umudu esirgerler insandan; ortada hüküm vardır, bu hükme muhakkak uyulacaktır. İşte en korkunç acı, acıların en büyüğü!.. Savaş alanında bir askeri getirip topun karşısına dikin, ateş ederken bile kurtuluş umudu taşır, fakat aynı askere kesinleşmiş bir hükmü okuyun; ya aklını oynatacak, ya da ağlayacaktır. Buna delirmeden dayanabilecek birinin çıkacağını kim ileri sürebilir? Bundan daha çirkin, yararsız, geresiz bir aşağılama tasarlayabilir misiniz? Öyle bir adam düşünün ki, kendisine ölüm kararı okunduktan ve bir sürü acı çektirildikten sonra, ‘Hadi git bağışlandın’ denerek salıverilmiş olsun. Ondan sonra bu adamın anlatacaklarına kulak verin... Bu korkunç acıyı İsa bile dile getirmiştir. Hayır, insanlara böyle davranılmamalıdır.”
Dostoyevski – Budala – Sayfa 34


“İki aydır düşlerine girdikçe ona soğuk terler döktüren, aklına geldikçe uykularını kaçıran bir olay yaşanmaktaydı gözlerinin önünde. İşte, babasıyla Nastasya Filipovna bir aile sahnesinde karşı karşıya gelmişlerdi. Ganya kendisini yermek, alaya almak istediği zamanlar evlenme töreninde babasını canlandırdı hayalinde. Fakat bu kahredici görüntüye hiçbir zaman sonuna kadar dayanamaz, hayallerinden çarçabuk ayrılırdı. Onuruna aşırı derece düşkün insanlar hep böyledir zaten.”
Dostoyevski – Budala – Sayfa 131


“Hükümlüler bir kaç kişi olduğu için, askerlerin ve halkın çevrelediği infaz yerinin yirmi adım ilerisinde üç direk çakılıymış. İlk üç kişinin bu direklerin yanına götürülerek ellerinin bağlandığını, sırtlarına uzun beyaz idam gömleği giydirildiğini, tüfekleri görmesinler diye beyaz kalpaklarının gözlerinin önüne indirildiği anlatırdı adam. Sonra bir direğin karşısına birkaç asker geçmiş. Benim tanıdık sekizinci hükümlü olduğu için direklerin yanına üçüncü seferde gidecekmiş. Papaz elinde bir haçla hepsini birer birer dolaşmış. Önlerinde kala kala beş altı dakikalık ömürleri varmış. Adam bir kaç dakinanın sonu gelmez gibi göründüğünü, her anını değerini bilerek yaşadığını söyledi. O beş dakika bir kaç ömre bedelmiş, son anı düşünmek aklından bile geçmiyormuş. Hatta bu süreyi, yapacağı işlere bölmüş. İlk iki dakikasını arkadaşlarıyla vedalaşmaya ayırmayı, ondan sonraki iki dakikada kendisiyle ilgili şeyleri düşünmeyi tasarlamış. En sonunda doya doya çevresini seyredecekmiş. Son beş dakikasını böyle bölümlere ayırdığını ve her bölümün hakkını verdiğini hep anlatırdı. Yirmi yedi yaşında, güçlü-kuvvetli bir genç olarak ölecekti. Arkadaşlarından ayrılacağı sırada birine laf olsun diye bir soru sormuş, onun vereceği karşılığı ilgiyle beklemiş. Arkadaşlarıyla vedalaşması bitince sıra kendine ayırdığı iki dakikaya gelmiş. Bu sürede neler düşüneceğini önceden kararlaştırmamış. İki dakikada çarcabuk ve açık olarak şu sorunun yanıtını vermek istiyormuş. ‘Şimdi varım, yaşıyorum; ama üç dakika sonra kim olacağım, ne olacağım belli değil. Bir şey olacaksam ne olacağım? Nerede olacağım?’ Yakında bir kilise varmış, yaldızlı kubbesi güneşte ışıl ışıl parlıyormuş. Kubbenin parıltısı hiç aklından çıkmamış. Bu parıltının yeni varlığının kendisi olacağını, üç dakika sonra bu parıltıyla birleşeceğini düşünüyormuş. Tam olarak bilemediği geleceğine karşı büyük bir nefret duyuyor, ondan korkuyormuş. Onu en çok kahreden de bir türlü aklından çıkmayan şu düşünceymiş. ‘Ah, ölmesem ne iyi olur! Hayatımı geriye verseler... Bütün sonsuzluk benim olurdu. Her dakikasını bir yüzyıla çevirir, her anın hesabını yaparak değerlendirir, hiçbirini boşa harcamazdım.’ Adam, ‘Bu düşüncem sonunda büyük bir kine dönüştü ve bir an önce kurşuna dizilmeyi istemeye başladım’ derdi.”
Dostoyevski – Budala – Sayfa 77-78


“Bakın size bir gerçeği açıklayacağım. Ama yalnız size... Nasıl olsa insanın içinden geçenleri okuyorsunuz. Ben lafla iş, yalanla gerçek yan yana, iç içedir. Gerçekle iş ben de pişmanlık biçiminde görünür, belki inanmazsınız ama doğru söylüyorum. Lafla yalan ise şeytanca (ve her zaman hazır olan) bir düşünce biçiminde bunların her zaman yanındadır. Karşımdakini avlamak, pişmanlık gözyaşlarıyla istediğimi koparmak için yapamayacağım şey yoktur. Vallahi öyle! Bir başkası olsa söylemezdim. Çünkü ya güler geçer ya da yüzüme tükürürdü. Ama siz insanca hüküm vermesini biliyorsunuz, prens.”
Dostoyevski – Budala – Sayfa 371-372

“- Bunda bilmeyecek ne var, canım? Ha, aklıma geldi; biri sizi düelloya çağırsa ne yapardınız? Demin sormayı unuttum da...
- Nasıl?..Düello mu? Beni kimse düelloya çağırmaz ki!
- Çağırdılar diyelim. Çok korkar mıydınız?
- Evet, korkardım gibime geliyor.
- Ciddi mi? Siz o kadar ödlek misiniz?
Prens bir süre düşündükten sonra gülümsedi.
- Hayır, belki de değil. Ödlek diye korkup kaçana derler. Ama korktuğu halde kaçmayan belki de ödlek değildir.
- Peki siz kaçar mısınız?
- Bilmiyorum, kaçmazdım herhalde...”

Dostoyevski – Budala – Sayfa 424

2 yorum:

SERAP dedi ki...

Hala bitmedi mi?

MuratKultur dedi ki...

Maalesef henüz bitmedi. İki cilt ve toplam 730 sayfa bir kitap. Ama asıl konu Prens Mışkin karakterini pek sevdim :) Hemen bitsin istemediğim için özümsüyerek okuyorum. 2-3 haftası var...