6 Aralık 2008 Cumartesi

Kitap - Cem Şancı - Hayal Silgisi

“Gerçekle Yüzleştirme Dairesi – Hayal Kırma Masası
Hayal kurmayın. Çünkü tüm hayallerinizi kırmak için varız. Hayalleri kırmak için özel eğitimliyiz, deneyimliyiz, uzmanız. Her yerdeyiz, her an iş üzerindeyiz. Durmaksızın, dinlenmeksizin, hayal kurmaya cüret eden kendini bilmezlerin peşindeyiz.

Bilinmezleri keşfedecek bir astronot olmak isteyen çocuğa, bizim ülkemizin uzaya çıkamadığını hatırlatıp ayakları yere basan hedefler seçmesini söyleyen bir ilkokul öğretmenini biz finanse ediyoruz. Veya tatil ve kaçamak planları yaptığınız sırada gelip de önünüze iş yığan yöneticilerinizi biz teşvik ediyoruz. Ya da huzurlu bir ilişki sürüp mutluluğu yakalamak istediğinizde kavgalar çıkarıp krizler yaşatan sevgililerinizi de biz kışkırtıyoruz. İki sevgili bir araya gelmek için umutsuzca planlar yaparken onları ayırıp, başkalarına yar eden ailelerin, geleneklerin, törelerin arkasında da biz varız.

Acil bir buluşmanıza yetişmeye çalıştığınızda önünüzdeki yolun trafik kazasıyla tıkanmasının veya hayalinizdeki evi bulup satın almak, yaşamınızı değiştirmek üzere adım atmışken ekonomik krizler çıkmasının, bütçenize borç üzerine borç eklenmesinin tesadüf olduğunu mu sanıyorsunuz? Her ölçekte hayal kırma kabiliyetine sahibiz.

Gerçekle yüzleşmeyi ve hayaller kurmadan kaderinizi, sizin için çizilen, planlanan hedefleri kabullenmeyi öğrenemediğiniz sürece peşinizdeyiz.

Issız bir sokakta düşüncelere dalmış, ıslık çalıp aval aval yürüdüğünüz sırada hemen arkanızdan ilerleyen bir gölge de olabiliriz, kimsenin bilemeyeceğini sandığınız, duyulmasın endişesi ile kendinizden bile sakladığınız en gizli planlarınızın, en mahrem hayallerinizin kopyalarını dosyalayan bezmiş memurlar da...

Hayal kurmayın, kırarız.”

Cem Şancı – Hayal Silgisi – Arka Kapak

23 Kasım 2008 Pazar

Kitap - Allan Pease - Beden Dili

“Albert Mehrebian bir mesajın toplam etkisinin yaklaşık %7’sinin sözel (sadece sözcükler), %38’inin sesli (ses tonu, sesin yükselip alçalması ve diğer sesler) ve %55’inin de sözel olmayan öğelerden oluştuğunu ortaya koymuştur.

Profesör Bird Whistell de insanlar arasında gerçekleşen sözel olmayan iletişim için bazı benzer tahminlerde bulunmuştur. Onun tahminlerine göre ortalama insanın bir gün içerisindeki sözcüklerle konuşma süresi toplam on ya da onbir dakika civarında olup ortalama bir cümle de yaklaşık 2.5 saniye sürmektedir. Mehrabian gibi o da, yüzyüze konuşmadaki sözel öğenin yüzde 35 den az olduğunu ve iletişimin %65’inden fazlasının sözel olmayan yollarla gerçekleştiğini ortaya koymuştur.”
Beden Dili – Allan Pease – Sayfa 10

“Bu kadın sezgisi özellikle çocuk yetiştirmiş kadınlarda daha açık şekilde görülebilir. Çocuğun yaşamının ilk birkaç yılında anne onunla iletişim kurabilmek için tamamen sözel olmayan kanalı kullanır. Genellikle kadınların algılama yeteneğinin erkeklerden daha kuvvetli olmasının nedeninin bu olduğuna inanılır.”
Beden Dili – Allan Pease – Sayfa 12

“Kollarınızı göğsünüzde kavuşturduğunuzda sol kolunuzu sağ kolunuzun üstünden mi geçirirsiniz yoksa bunun tam tersini mi yaparsınız? Çoğu kişi denemeden bu sorunun cevabını veremez. Bazıları bir şekilde rahat ederken başkaları bunu rahatsız bulur. Kanıtlar bu davranışın da değiştirilmesi imkansız davranışlardan olabileceğini göstermektedir.”
Beden Dili – Allan Pease – Sayfa 12

“Sık sık önemli bir politikacıyı bir kürsünün arkasında kolları göğsünün üzerinde kavuşmuş (savunmada) ve çenesi aşağıda (eleştirel veya saldırgan) olarak dinleyicilerine gençlerin fikirlerine ne kadar açık olduğunu anlatırken görürüz. Kürsüye kısa ve sert karete vuruşları yaparken dinleyicilerini ne kadar sıcak ve incancıl bir yaklaşımı olduğuna ikna etmeye çalışabilir.

Sigmund Freud bir keresinde bir hastasının sözleriyle evliliğinin ne kadar mutlu olduğunu anlatırken fark etmeden alyansını parmağından çıkarıp çıkarıp geri taktığını fark etmiş. Bu bilinçdışı hareketin anlamının farkında olan Freud, hastanın evliliğiyle ilgili sorunları ortaya çıkmaya başladığında hiç şaşırmamış.”
Beden Dili – Allan Pease – Sayfa 18

“El sıkışma stili ‘ölü balık’ stili olan bir adam zayıf karakterli olmakla suçlanabilir ve el sıkışma teknikleriyle ilgili bölüm bu popüler kuramın nedenini açıklayacaktır. Ancak parmalarında artrit olan birinin kuvvetli bir el sıkışmanın vereceği acıdan kaçınmak için ‘ölü balık’ el sıkışmasını kullanması olasıdır.

Benzer şekilde sanatçılar, müzisyenler, cerrahler ve ellerini hassas kullanmalarını gerektiren mesleklerde çalışanlar genellikle el sıkışmamayı tercih ederler ama mecbur kaldıklarında da ellerini korumak için ‘ölü balık’ el sıkışmasını kullanabilirler.”
Beden Dili – Allan Pease – Sayfa 20

“ ‘Vücut diliyle yalan söylenebilir mi?’ sıkça sorulan bir sorudur. Bu soruya verilecek yanıt ana hareketler, vücudun mikro işaretleri ve söylenen sözler arasında ortaya çıkacak uyuşma eksiliğinden dolayı ‘hayır’ olacaktır. Örneğin, açık avuçlar dürüstlük gösterir ama karşınızdaki yalan söylerken avuçlarını açıp size gülümsese bile mikro hareketleri onu eleve verir. Gözbebekleri küçülebilir, bir kaşı kalkabilir veya ağzının köşesi seğirebilir ve bu işaretler açık avuç hareketi ve içten gülümsemeyle çelişir. Sonuç olarak karşısındaki söylenene inanmama eğilimi gösterir. ”
Beden Dili – Allan Pease – Sayfa 22


“Örneğin, insanlar tamamen açık veya dürüst olmak istediklerinde her iki avuçlarını da karşılarındaki insana açık tutarak ‘Sana karşı tamamen dürüst olacağım’ gibi birşeyler söylerler. Birisi açılmaya veya gerçeği söylemeye başladığında avuçlarının tamamını veya bir kısmını karşısındakine açmaya başlar. Vücut dilinin çoğu öğeleri gibi bu da tamamen bilinçsiz olarak yapılan ve sizde karşıdakinin doğru söylediği hissini uyandıran bir harekettir.

Bir çocuk yalan söylediğinde veya bir şeyi gizlediğinde avuçlarını arkasına saklar. Benzer şekilde arkadaşlarıyla dışarıda bir gece geçirdikten sonra nerede olduğunu söylemek istemeyen bir erkek de nerede olduğunu açıklamaya çalışırken avuçlarını ya ceplerine saklayacak ya da kollarını kavuşturacaktır. Böylece gizlediği avuçlarından karısı doğru söylemediği hissine kapılacaktır.”
Beden Dili – Allan Pease – Sayfa 40

“El sıkışma mağara adamı döneminin bir kalıntısıdır. Mağara adamları karşılaştıklarında silahları olmadığını veya silah gizlemediklerini göstermek için avuçları açık olarak kolllarını havada tutarlardı. Bu avuçlar havada hareketi geçen yüzyıllar süresince diğer varyasyonun türemesine yol açmıştır. Bu eski selamlama töreninin modern biçimini İngilizce konuşulan çoğu ülkede karşılaşıldığında veya ayrılırken kullanılan ellerin kilitlenerek sallandığı harekettir. Eller normal olarak beş ila yedi kere arasında sallanır.”
Beden Dili – Allan Pease – Sayfa 43

“Burna dokunma hareketinin kaynağıyla ilgili bir açıklama olumsuz düşünce akla gelince bilinçaltının ele ağzı kapatma talimatını verdiği ama son anda belli etmemek için elin yüzden uzaklaşmaya çalışarak sonuçta çabuk bir burna dokunma hareketine dönüştüğü yolundadır. Başka bir açıklama ise yalan söylemenin burundaki hassas sinir uçlarının kaşınmasına yol açtığı ve sürtme hareketinin de bu hissin önüne geçmek için yapıldığıdır.

‘Peki ya sadece adamın burnu kaşınıyorsa?’ diye sık sık sorulur. İnsanlardaki burun kaşınması genellikle burna dokunma hareketinin hafif dokunuşlarından çok farklı bariz bir sürtme veya kaşıma hareketiyle geçer. Ağzı koruma hareketi gibi hem yalan söyleyen konuşmacı hem de karşıdakinin yalan söylediğini düşünen dinleyici tarafından kullanılabilir.”
Beden Dili – Allan Pease – Sayfa 68

“Desmond Morris yalan söyleyenlerin hareketleriyle ilgili araştırmaların yalan söylemenin hassas yüz ve boyun dokularında hafif bir kaşınma duygusu uyandırdığını ve bunun geçmesi için kaşınmak veya ovuşturmak ihtiyacı hissedildiğini gösterdiğini söylemiştir. Bu da bazı kişilerin yalan söyleyip de yalanlarının anlaşıldığından şüphelendiklerinde neden yaka çekiştirme hareketini kullandıklarının makul bir açıklaması gibi görünmektedir.”
Beden Dili – Allan Pease – Sayfa 70

“ Belli ışık durumlarında, kişinin ruh hali ve tavrı olumludan olumsuza veya olumsuzdan olumluya geçerken gözbebekleri küçülür veya büyür. Heyecanlanan birisinin gözbebekleri normal büyüklüklerinin 4 katına çıkabilir. Tam tersine, kızgın ve olumsuz bir ruh hali gözbebeklerinin ‘minik boncuk gözler’ ya da ‘yılan gözleri’ olarak bilinen şekilde küçülmesine yol açar.

Flört sırasında gözler oldukça fazla kullanılır, kadınlar gözlerini vurgulamak için göz makyajı yaparlar. Bir kadın bir erkeği severse ona bakarken gözbebeklerini büyütecek ve erkek de farkında olmadan bu bilgiyi doğru yorumlayacaktır. Bu nedenle romantik buluşmalar gözbebeklerinin büyümesine neden olan loş yerlerde gerçekleşir.”
Beden Dili – Allan Pease – Sayfa 118

“Karşınızdaki rahat, gerilimden arınmış ve savunma barikatları indirilmişken lehinize ve olumlu bir karar elde etmeniz daha kolaydır. Bu amaca ulaşmak için atalarımızla ilgili söylediklerimizi de akılda tutarak uyulması gereken birkaç kural vardır.

Birincisi, ister evde ister bir restoranda yemek yiyor olun muhatabınızı arkası duvar veya perdeye gelecek şekilde oturtmanız gerekir. Araştırmalar, kişi arkadası açıkta kalacak şekilde oturduğunda, özellikle de etrafta hareket eden başkaları varsa solunum, kalp atışı, beyin dalgası frekanslarının arttığı ve tansiyonunun hızla arttığını göstermiştir. Kişinin sırtı açık bir kapı veya zemin seviyesindeki bir pencereye dönükse gerilim daha da artar. Ardından ışıklar loşlaştırılmalı ve alçak bir arka plan müziği çalınmalıdır.”
Beden Dili – Allan Pease – Sayfa 181

29 Ekim 2008 Çarşamba

Kitap - Carol Gilligan - Psychological...

“İnsanlar oyun bahçesine bakıp erkek çocukların top oynadıklarını, kızların da hiçbir şey yapmadıklarını söylerlerdi. Ama kızlar hiçbir şey yapmıyor değillerdi – onlar konuşuyorlardı. Birbirleriyle dünyayı konuşuyorlardı. Bunda da oğlanların hiç olmadıkları kadar uzmanlaştılar.”
Carol Gilligan – In a different voice: Psychological Theory and Women’s Development

2 Mayıs 2008 Cuma

Kitap - Ilgın Olut - Küfkedisi

“Siz;
Karanlığın içinde kaldığı halde umudunu yitirmeden çabalayanlar.
Yaralıyken bile inceliklerini koruyanlar.
Kırılabilecek kadar yürekli olanlar.
Unutamadıkları için ayrılmış sayılmayanlar.
Bir sevdaya bir yaşamı adayabilenler...
Hikayem sizleredir...”
Ilgın Olut – Küfkedisi – Sayfa 7

“Kolomb, kardinalin verdiği kutlama yemeğinde ‘Aslında bu hiç zor değildi ve herkes başarabilirdi. Hiçbir İspanyol denizcisi açık denizde yolunu şaşırmazdı.’ diyerek keşfini küçümseyen İspanyol beylerine, önündeki yumurtayı masanın üzerinde dik olarak durdurmalarını söyler. Yumurta elden ele dolaşır ve beyler birkaç denemeden sonra bunun yapılmasının imkansız olduğunu söylerler. Kolomb, kendisinin bunu yapacağını ve onların yine ‘Herkes yapabilirdi!’ diyeceğini belirttikten sonra yumurtanın sivri ucunu kırarak masaya yumurtayı diker. Ardından da önemli olanın bir işi yapabileceğini söylemek değil düşünüp gerçekleştirmek olduğunu söyler.”
Ilgın Olut – Küfkedisi – Sayfa 47


“Dostluk ancak iyi ve erdemli insanlar arasında kurulabilir.
Cicero”
Ilgın Olut – Küfkedisi – Sayfa 79


“Bu hayat bir gün bitecek Teoman Bey. Yaşamlarımızın bütün muhteşemliğine rağmen sandığımızdan çok daha kısa bir sürede, bilmem iki bin mi, on bin mi... Yani sayılı günler içerisinde son bulacak. Yalnızca eylemlerimiz, iyisiyle, kötüsüyle, çok daha kötüsüyle bizimle birlikte diğer aleme gelecek. Bana bunu yıllar önce kocaman yürekli bir genç kadın öğretmişti... Her iyilik yaşamdaki son iyiliğiniz olabilir...”
Ilgın Olut – Küfkedisi – Sayfa 218

29 Mart 2008 Cumartesi

Kitap - Üstün Dökmen - Yaşama Yerleşmek

Astrolojiye, enerjilere ve uzaylılara yüzde yüz inanmak bilimsel düşünceye aykırıdır. Bilimde hata payı da vardır. Sözgelişi “Bu 80 cm’dir” denmez. “80 art-eksi ½ santimetredir” denir. Sosyal bilimlerde hata payı en fazla %5’tir; yani bir ölçmenizin sonucu %95 doğru olmalıdır, en çok %5 hata görülebilir. Şimdi bu olayı günlük yaşama, kahve falına taşıyalım. Fallardaki birkaç doğru tahimini falın ispatı sanmak, hata paylarını, olasılık hesaplarını dikkate almamak bilimsel düşünceye aykırıdır.
Üstün Dökmen – Yaşama Yerleşmek – Sayfa 94

Çölde belirli bir noktadan yola çıkan sağak bir kişi, sağ ayağı solundan biraz güçlü olduğu için, gün boyu yürüdüğünde sola doğru bir büyük daire çizer; ve böylece akşama doğru başlangıç noktasına döner. Açık denizde bir adadan kürek çekerek ayrılanlar da yine, farkında olmadan bir daire çizip bir süre sonra aynı adaya dönerler. Yola çıkan solaksa sağa doğru büyük bir daire çizer, başlangıç noktasına geri döner. Son derece sinir bozucu ve hayret uyandırıcı olan bu durumun nedeni, kişilerin çevrelerinde doğru gitmelerine yardımcı olacak referans noktalarının bulunmamasıdır.

Bu durumun anlaşılması üzerine, uyduyla yol bulma cihazlarının bulunmadığı dönemlerde askeri birliklere ve araştırma ekiplerine birer solak konulmaya başlanmıştır. Bir haberci gönderileceği zaman bir solak ve bir sağak birlikte yola çıkarılıyormuş. Bu iki kişi birbirlerini küçük küçük sola ve sağa ittikleri için doğru yolu bulup ileriye gidebiliyorlarmış.

Osmanlı ordusunda solaklardan oluşan bir ok atma bölüğü vardı. Sollarını kullanan bu okçular savaşta padişahın sağına, sağlarını kullanan okçular ise soluna yerleştirilirlerdi. Böylece her iki yönü rahatlıkla hedef almak mümkün olurdu.
Üstün Dökmen – Yaşama Yerleşmek – Sayfa 144-145


Ancak gerçekci olalım; kaynakların sınırlı, güçlerin ise eşit olmadığı bir dünyada önce akıl kalbi yener, sonra kalpleri akıllarına yenilmiş olanlar başkalarını yenmeye başlarlar.

Ahlaklı olanın gücü olmuyor çoğu kez, güçlü olansa ahlaklı olamaya ihtiyaç duymuyor. Hem ahlaklı hem güçlü olmak, ender birşeydir ama erdemdir. Bir şiirimde şöyle demiştim.

Bu Evren’de en büyük erdem,
Hem güçlü olmaktır hem
İyi; kuvvet ve bilgi gerek
Yüceltmek için sevgiyi
Üstün Dökmen – Yaşama Yerleşmek – Sayfa 186

Herhangi bir mağazaya gidersiniz, mesela bir mobilyacıya, tekrar uğramak için kartını istersiniz: Mağaza sahibi, kartını eline alır, arkasını çevirir, arkadaki boşluğa gözünün önünde kocaman bir çarpı işareti koyup kartı size uzatır. Bunun sözle ifade edilmeyen ama davranışla ortaya konulan anlamı şudur: “Sen bir üçkağıtçı olabilirsin, kartımı kötüye kullanıp sana borcum filan olduğunu yazabilirsin, sonra da mahkemeye başvurup başımı ağrıtabilirsin; iyisi mi ben bu kartın arkasına bir çarpı koyayım da ilerde başım derde girmesin.” Güvensizliğe, yozlaşmaya ve bunların getirdiği nezaketsizliğe çarpıcı bir örnek. (Biraz nezaketi olanlar, müşteriden önce kartlarının arkasına toptan çarpı koyuyorlar, böylece müşterinin yanında bunu yapmaları gerekmiyor. Daha da nazik olanlar kartın iki yüzüne birden adlarını yazdırıyorlar; çarpıya gerek kalmıyor.)
Üstün Dökmen – Yaşama Yerleşmek – Sayfa 194-195

Bethowen’in 9. Senfonisi’nde Schiller’in bir şiiri seslendirilir. Bu şiirde Schiller, hayatta en büyük erdemin ‘neşe’ olduğunu belirtir.Gençliğimde bu görüş bana çok tuhaf gelmişti; onca şey varken neşe hayattaki en büyük erdem olamaz diye düşünmüştüm. Şimdi farklı düşünüyorum. Galiba Schiller’in şiiriyle Aptal Hans masalı aynı şeyi anlatıyor: Mutluluk/neşe, bu dünyadaki tek kazançtır bize.
Üstün Dökmen – Yaşama Yerleşmek – Sayfa 203

Şimdi Yiğit Özgür’ün bir karikatürünü seslendireceğim. Kafasında hunisiyle bir deli var. Gözünü yerdeki papatyaya dikmiş, beyaz yapraklara bakarak, “Seviyor, sevmiyor...” diyor. Oysa normalde – normal her neyse – çoğunluğun yaptığı, papatyayı koparıp ele almak ve beyaz yaprakları tek tek kopararak “Seviyor, sevmiyor...” demektir. Bizim deli, - herhalde deli olduğu için, çoğunluktan farklı olduğu için – böyle yapmamış, papatyayı koparmadan gözüyle seviyor-sevmiyor diye sayıyor. Ancak gözüyle saydığı için de sık sık karıştırıyor ve tekrar saymaya başlıyor. Delinin bu inceliği karşısında papatya ona bakarak içinden, “Seni seviyorum,” diyor.

Bu karikatürden çıkarttığım hisse şu: Sizi kimin ne kadar sevdiği önemli değildir, sizin sevilmeye layık bir şeyler yapıp yapmadığınız önemlidir. Deli sevilmeye layıktır.
Üstün Dökmen – Yaşama Yerleşmek – Sayfa 207

12 Mart 2008 Çarşamba

Yazı - Ece Temelkuran - Kara Yatmak

KARA YATMAK

Olur ya: Kar tazedir. Bulut gibi temiz. Kesin bir metre vardır kalınlığı. Yani kaldırıp sırt üstü atsan kendini, tutar; ihanet etmez. Kollarını açıp şöylemesine. Havanın içinden su gibi kaymak isteği. Hiç tutuk davranmadan kafanda düşüş anının tatlı boşluğundan başka bir şey olmayarak. Bütün ağırlığını yere sakınımsız bırakmak artık kocaman bir bedeni olduğunu unutturur insana. Ağırlığın geçer. Ama işte bu şahane fikir gelince akla, insan birden vazgeçiverir. O şahane fikirle haylazlaşan yüzü yeniden büyük bir adam olmaya karar verir. Zira, kesin karın gizlediği sivri bir taş vardır yerde ve sendeki bu şansla tam da sırtının tam ortasına giriverir. Biriyle birlikte olmak da işte, tam da böyle bir meseledir. Her şey iyi herşey güzel olacak değil ya... Sendeki bu şansla hikayenin sonu kesin sırtına giren zalim bir taş ile bitecektir.

Yarım yarım yaşamak;

Bir gün yeniden yarım kalacağı korkusuyla hiç tamamlanamayanlar vardır. Sırtına taş girecek korkusuyla kara yatamayanlardır onlar. Taş var mı diye karı yokladıkları için delik deşik edenlerdir karın karnını. Taş olmadığından emin olduklarında ne kar mucizevi sonsuz bir yataktır ne de kendini bırakıverme isteği kalmıştır elde. Hiç düşmezler böylece, hiç taş girmez sırtlarına. Hiç bir yerleri acımasın diye, etlerinde başka bir etin izi kalmadan devam ederler yollarına. İdare ederler.

Cümleler yaralardandır;

Ne zaman bu kadar kıymetli olduk biz ? Kimselere hiç kimselere teslim edilemeyecek kadar stratejik bir önem kazanmamız ne zaman denk gelir? Bu hayatlar ne zamandan beri “çuvallamaması”, “tökezlememesi” gereken büyük birer proje ?
Ne zamandan beri bir daha asla yaralanmaması gerekecek kadar cılızlaştı içimiz? Oysa geçer hepsi. Bugüne kadar geçmiştir. Ve kurduğumuz cümlelerin hepsi yaralarmızdandır. Yara yoksa bir hayat cümlesi yoktur aslında. Ancak ve sadece “Bir daha mı birine teslim olmak mı ?Asla!” cümleleriyle yakınlaşabilenler değil mi aslında kendini en çok karın serin koynuna bırakmak isteyenler? “Hiçbir şey istemiyorum” diyenler değil midir aslında bu hayatın bu hayattan en temiz, en sonsuz ve en yumuşak kar yatağını bekleyenler? Umduğundan utananlar… Karı yoklaya yoklaya delik deşik edenler.
Yaralarını organları zannedenlerdir onlar. En kıymetli cümleleri yaralarına dair olanlar. Bütün iyilikli şeyleri muhtemel bir taş bulmak için delik deşik edenler.

Negatif ispat ilkesi

Ceza Hukuku’nda, tam da hayattan alınmış bir ilke vardır. Negatif ispat ilkesi. “Bir şeyin yokluğunu ispat edemezsin” der.
İki kişi durmuşsunuz mesela. Önünüzdeki kar sonsuz bir kar yatağı. Elleri cebinde birinin. Orada, tam da sırtının ortasına gelecek yerde bir taşın pusuda beklediğini, boş bulunup atıverse kendini, tarihin en büyük yarasını alcağını sanıyor. Sen de diyorsun ki, “Yoktur”. Berikinin yüzünde bir bakış: “İspat et o zaman! İnandır beni orada bir taşın olmadığına. Bu sefer de yeni bir yara almadan yaşayacağıma.”
Edemezsiniz. Taşın yokluğunu ispat imkansızdır. Ne diyeceksiniz deseniz deseniz? Çünkü bir şeyin ancak varlığını ispat edebilirsiniz…


“Öldürmeyen darbe güçlendirir” bir Türk atasözü değil, bir Nietzche aforizmasıdır. Ve topyekün palavradır. Her darbe yeni bir korku inşa eder insanın içinde. Kendini kara öyle “çocukları gibi şen” gibi bırakmanın ne sulu zırtlak bir enayilik olduğunu belletir. Böylece yaralanmamayı öğrenir insan. Hayattan kendini sakındığı ölçüde, domuz gibi sağlıklı kalır. Ve her söküldüğü anda o en kıymetli, o en büyük yaralarının hikayesini anlatır. Aslında çoktan geçmiş, kapanmış kabuklarını bir daha enayilik yapmaması gerektiğini unutmamak için kendi kendine kaldırır.

Yaşamak hakikaten böyle bir şey midir?
Ağır ağır sağdan sıvışmak, yürümek midir?

Ece Temelkuran (Milliyet 02/06/2001)

2 Mart 2008 Pazar

Kitap - Adam Fawer – Olasılıksız

“Şimdi de düşük-olasılıklı bir olaydan söz edelim: Dünyaya dev bir gök taşı çarpacak ve uygarlık yok olacak. Jeofizikçilere göre, her yıl bunun olma olasılığı milyonda bir.

İnsanoğlunun atalarını da hesaba katarsak, yedimilon yılı aşkın süredir bu gezegende varlığımızı sürdürdüğümüze göre, bir gök taşının bugüne kadar bizi yok etmiş olma olasılığı yüzde yediyüz. Yani anlayacağınız, bir kere değil, yedi kere ölmüş olmalıydık şimdiye. Ama, çoğunuzun bildiği gibi, insanoğlunun yazılı tarihinden bu yana yok olmadık. Ne demeye çalışıyorum sizce? Bir gök taşı bizi yok edecek demeye çalışmıyorum. Düşük olasılıklı olaylar hakkında bir yorumda bulunmaya çalışıyorum, kıssadan hisse şudur: Her an her şey olabilir!”
Adam Fawer – Olasılıksız – Sayfa 5

“Neyse, gerçek hayattan bir şeyle örnekleyelim: Piyango. Bu haftaki piyangoda ne kadar para birikmiş? Bilen var mı bu hafta Powerball ne kadar veriyor?

10 milyon dolar dedi arka sıralardaki atletik yapılı bir öğrenci. Peki, vergi diye bir şeyin olmadığı hayali bir ülkede yaşadığımızı varsayalım. Şunu da biliyoruz ki Powerball’u kazanma olasılığı 120 milyonda 1. Çünkü sayısal kombinasyonların toplamı bu. Bir loto bileti alarak ne kazanmayı beklediğimi hesaplamak için yapacağım işlem kısaca şöyle oluyor: Kazanma olasılığını kazanacağım miktar ile çarpacağım, sonrada buna kaybetme olasılığımı sıfırla çarpıp ekleyeceğim; sıfırla çarpmamın nedeni de kaybedersek bir şey kazanmayacak olmamız.

Beklenen değer: (piyango bileti) = kazanma olasılığı * Toplam para + kaybetme olasılığı * 0

Beklenen değer = (1/120.000.000)* 10.000.000 + (1/119.999.999) * 0
Beklenen değer = (0.083) + 0
Beklenen değer = 0.083 $

Yani bu hafta bir powerball bileti alsanız ancak 8.3 kazanmayı bekleyebilirsiniz. Ama bilet 1 dolar ve görüldüğü gibi aslen değeri 8.3 cent. Olasılık kuramına göre piyango bileti almak o zaman mantıklı değil, çünkü ödenen bedel beklenen değerden daha düşük. Yani siz 1 dolar ödeyip de 10 milyon dolar kazanam şansınız olduğunu düşünerek buna değeceğini düşünseniz de, bu doğru değil; çünkü aslında biletin değeri 10 sent bile değil. O zaman ne zaman piyango bileti almak mantıklı olurdu. Herhalde toplam ikramiye 120 milyonu geçtiğinde.”
Adam Fawer – Olasılıksız – Sayfa 50

“Peki ama bunun Pascal’ın hayatını dine adaması ile ne ilgisi var? diye sordu yine Michael. Pascal beklenen değer teorisini kullanarak hayatını dine adaması gerektiğini kanıtladı. Her matematikçi gibi o da, bu soruyu bir formüle indirgedi.

Hangisi daha büyüktür?

a) Beklenen değer (hedonizm – yani fiziksel yaşamdan zevk alma)
ya da
b) Beklenen değer (dini hayat)

Varsayım...
a) Olasılık (ölümden sonra hayat yok) * (hedonizmden alınacak zevk) + Olasılık (ölümden sonra hayat var) * (sonsuza dek lanetlenmek)
b) Olasılık (ölümden sonra hayat yok) * (dinden alınacak zevk) + Olasılık (ölümden sonra hayat var) * (sonsuz mutluluk)

Pascal’ın mantığı çok basitti. Eğer a) b) den büyükse o zaman hedonizme devam edecekti ama eğer a) b) den küçükse o zaman dindar olmalıydı.

Ama değişkenlerin değerlerini bilmeden bu denklemi nasıl çözdü? diye sordu Michael. Bir kaç varsayımda bulundu, örneğin sonsuz mutluluğun değeri pozitif sonsuzdu ve sonsuza dek lanetlenmenin değeri negatif sonsuzdu.

Anladınız mı? Ölümden sonra insanın ruhunun yaşamasının veya her hangi bir şekilde bir hayat olmasının olasılığı ne kadar az olursa olsun, Pascal’ın dine bağlı bir hayat yaşamasından beklediği getiri, yine de dünyevi zevklerle hedonistik bir yaşam sürüp de sonsuza dek lanetlenmeyi göze alacağı bir durumun getirisinden daha büyüktür.”
Adam Fawer – Olasılıksız – Sayfa 52

5 Ocak 2008 Cumartesi

Kitap - H. Ali. Toptaş - Kayıp Hayal...

“Ama aklını başına devşirip de bir an, bunca yıllık can yoldaşımın şu kör olası dünyada ulaşamadığı bir şey varmış da benim bundan hiç haberim yokmuş, demezsin. Bilirim, ulaşılan herşey de, ulaşılamayan bir başka şeyin yokluğu vardır ve o onun kadar noksandır da demezsin. ”
Hasan Ali Toptaş – Kayıp Hayaller Kitabı – Sayfa 33

“O doydum’ların bir çoğu doydum değildir aslında gökçe gelin, o gün gülümü görmemişimdir de öldüm’dür... Bazen sürç-ü lisan edip öldüm diyorumdur belki ben ama, sen tutup onu doydum anlıyorsundur. Olamaz mı? Bal gibi olur, derim ben; yani gerçek nereye ve nasıl gizlenirse gizlensin arada bir kendiliğinden parlayıp söner... ”
Hasan Ali Toptaş – Kayıp Hayaller Kitabı – Sayfa 37